"İnsanın değeri aradığı şeyin değeri kadardır."
MEVLANA

19 Aralık 2012 Çarşamba

Ella Wheeler Wilcox

Protesto etmeniz gereken yerde susarak günah işlerseniz, insanlardan korkaklar üretirsiniz.

                                                            -Ella Wheeler Wilcox-


12 Ekim 2012 Cuma

Mühendis ve Tembellik

"Mühendis adam tembeldir, çünkü her işi en kolay yoldan çözmek için çalışır."

Ekşi sözlükte sörf yaparken sol frame'de mühendis başlığını tıkladığımda karşılaştım. Biraz felsefe yapmak istiyorum bu konuda.
Öncelikle tembellikten bahsedelim. Tembellikle alakalı okuduğum en güzel kitap Gançarov'un romanı "Oblomov"dur. Gançarov, Rusça'ya oblomovluk kelimesini kazandırmıştır bu şahane eserinde. O derece harikulededir roman.

Gelelim asıl mevzumuza. Mühendis, her işi en kolay yoldan en iyi şekilde çözmek için yola çıkar da işi  çözeceğim diye imanı gevrer. Normal biri değildir mühendis bu yüzden. Bazen sıradan birinin bile ilk göreceği bir noktayı en son yakalayabilir. Ecnebi dilinde ifade edecek olursa "reverse" yani ters düşünce metotları ile eğitilmiştir. Bu metotların yüzünden bazen komik durumlara düşebilirler mesela. Ama şu anda insanların sahip olduğu çoğu şeyi(neredeyse tamamı) onlara borçlu olması bu komikliğin görmezden gelinmesine yetmez mi sizce?

İnsanlar evde kullandığı çoğu aletin nasıl çalıştığını bilmez. Buzdolabının nasıl çalıştığını bilen kaç kişi vardır bu ülkede? Nasıl ve kim tarafından icat edilmiştir? Kendisine şükran duymamız gereken Nikola Tesla'yı tanıyan var mıdır acaba? Evet şimdi istediğimiz taksitle bu ürünlere sahip olabilmek onun teknolojisini hiç ama hiç küçültmez.

Şöyle bitirelim:
"Dünya, bu tembelliğe çok şey borçludur."









28 Ağustos 2012 Salı

Çin Yolculuğum

İlk yurt dışı deneyimim. Kendi imkanlarımla gitmek zor tabi, şirketimin gönderdiği bir yurt dışı eğitimi için gittim Çin'e. Uzun yıllardan beri başka kültürleri hep merak etmiştim. Ne yalan söyleyeyim daha çok Avrupa ve Kuzey Amerika merak ettiğim kültürler. Geri kalmışlığımız belki bilinçaltımda yatan, bilmiyorum.

İstanbul'dan Hong Kong'a uçtuk önce. Yaklaşık 10,5 saat direk uçuş. Orta koltuk olunca rahat edemedim varana kadar. Lavaboya gitmek isteseniz ya sağınızdaki ya da solunuzdakini rahatsız edip kaldırmanız lazım. Bana pek uyan bişi değil doğrusu. Ama dönüşte kenar koltukta geldim.

Uluslararası uçak yolculuğu da bir kültür. Seyahat edince anlıyorum. THY'nin bana verdiği şık bir metal kutudaki çorabın hediye olduğunu sanmıştım, meğerse uçakta giymek içinmiş. Gidene kadar ayakkabılarımı çıkarmamıştım uçakta koku yayılır diye. Dönüşte yanımdaki Çinli giyince fark ettim. Dedim ya dönüşte rahattım :)

Hong Kong'u Çin'e bağlandığını hepimiz biliriz ama hala aralarında gümrük uygulandığını bizi taksi minibüsle  Shenzhen'e götürürlerken gördüm. Hong Kong dünyadaki çoğu ülkeye vize uygulamıyor bildiğim kadarıyla. Bu nedenle önce Hong Kong'a indik sonra Shenzhen'in Hong Kong'a yakınlığı sebebiyle taksi münibüslerle Shenzhen'e geçtik. Kara yolu ile gümrük geçmekse tam bir çile.

Hong Kong gökdelenler, limanlar, köprüler, yollar ve gıcır gıcır yeni arabaların şehri. Bildiğim çoğu markanın bilmediğim modellerini gördüm orada. Bilinçaltımdaki geri kalmışlığın simgelerinden birisiydi bu. Biz kötü arabalara biniyorduk. Son yıllarda bu alanda ülkemiz toparlandı fakat daha almamız gereken çok yol var.

Hong Kong bir dünya şehri. Kozmopolit bir yer burası. Hangi dili,dini,ırkı arıyorsanız rahatlıkla karşılaşabilirsiniz. İstanbul'u andırıyor biraz. Devasa limanlarında yüklemeyi bekleyen konteynırlar. Denilene göre dünyada dönen paranın yarısı burada dönüyormuş. Uzak doğunun ticaret merkezi.

Hong Kong, orjinal Elektronik ürünleri sanırım dünya en ucuz alabileceğiniz yer. Vergi yok burada. Iphone 4S Türkiye'den 600 TL civarı daha ucuzdu, gerisini siz düşünün. Para birimi olarak Hong Kong dolarını kullanıyorlar. Neredeyse bir Türk lirası, beş Hong Kong dolarına eşit. Burada kral biziz yani :)

Trafik soldan akıyor Hong Kong'da. İngilizlerin bıraktığı bir miras! Çin toprakları içinde trafiğin soldan aktığı tek yer diyebiliriz. Akdeniz insanlarının aksine yaşamlarında olduğu gibi trafikte de sakin Uzakdoğulular. Korna sesi duyulmuyor neredeyse.

Hong Kong'dan daha önceden bahsettiğim gibi Shenzhen'e geçtik. Bize Eğitim verecek olan ZTE firması bu şehirde kurulu. Dünyadaki Telekomünikasyon alyapısı pazarınında %30 gibi yüksek bir paya sahip. Bunu hiç bilmiyordum.Türkiye'de daha çok Huawei firmasını duyuyorduk. ZTE Çin Hükumeti'ne ait yani bir kamu kuruluşu. Huawei ise özel bir şirket. bu global firmalar kurumsal ama köklü şirket değiller. Yüzyılın son çeyreğinde kurulmuşlar. Ama nereden nereye...

Shenzhen, söylenene göre Çin tarafından Hong Kong'a karşı kurulmuş bir ticaret merkezi. Alt yapısı bitmiş bir şehir. On milyon civarında nüfusu var fakat sakin, güvenli ve huzurlu bir yer. Birbirleri ile kavga eden hiç kimse görmedim. Kimse kimseye yüksek sesle bağırmıyor. Korna sesi yok şehirlerinde, unutmuşlar sanki kornayı.

Yollardaki trafik levhalarında gitmek istediğiniz tarafa köprülerden nasıl dönüş yapacağınız çizilmiş. Dönüşünüzdeki köprüden öncesini sonrası karıştırmazsınız. Kolay bir şekilde sıyrılıp yolunuza devam edebilirsiniz. Trafik ışıkları bizdeki gibi durduğunuz yerde değil tam karşınızda kavşağın karşı tarafında. Formula yarışlarındaki ışıklar gibi.

Muson iklimini coğrafyada okumuştum ama burada yaşadım. İnsanlar şemsiyelerle geziyor desem yeridir. Gün boyu aralıklarla süren yağmur var burada. Çevre düzenlemelerine olağan üstü ilgi gösteriyorlar. Yerlerde atılmış çöp göremezsiniz, çevreye karşı duyarlılar.

Çinliler şimdiye kadar gördüğüm en sakin insanlar. Ayrıca alçak gönüllüler, kibarlar.

Kötü bulduğum bir kaç şey var. Mesela felaket kötü kokuyor yemekleri, lokantaları. Eğer İstanbul Lokantası ve Mevlana lokantası olmasaydı sanırım aç kalmıştık. Diyebilirsiniz ki McDonald's veya Burger King bulamadınız mı?Bulduk evet fakat orada da Çinliler çalışıyor, sonuç aynı yani :)

Ayrıca dolar kullanmak yasak olduğu için sürekli otelde veya exchange şubelerinde para bozdurmanız gerekiyor. Sosyal paylaşım siteleri yasak, Facebook'a ulaşmanız ancak hafta sonu Hong Kong'a geçerseniz mümkün. Bu iki şehir(Shenzhen ve Hong Kong) komşu olmasına rağmen özgürlükler açısından aralarında uçurum var.

Eşe dosta alışveriş yapacaksanız kesinlikle pazarlık yapmalısınız Shenzhen'de. Genel olarak ucuz fakat şunu belirteyim ki daha ucuzuna arkadaşınız aynı şeyleri aldığında üzülmeyiniz :)

2012 yılına ait geçirdiğim güzel bir hafta idi Çin ziyareti. Dönüşte Çin gümrüğünde bavulumu açtırmalarını daha önceki kibarlıklarının yanında yok hükmünde sayıyorum. Umarım sizinde yolunuz bir gün buralardan geçer.









13 Mart 2012 Salı

Kubbe'nin Altında

Hikayeyi anlatacak değilim.  Ama size şu üç kişiyi;
Belediye meclis ikinci üyesi Jim Rennie, oğlu Junior Rennie, Belediye meclis birinci üyesi Andy Sanders ve şef Phil Bushey'i zevkle anlatabilirim.

İnanılmayacak kadar mükemmeldiler. Bir yazarın zihninde hikayenin karakterlerini kusursuz oluşturması ve öyküsünde hakettiği değere çıkarması çok zor bir şey. Bir okuyucu olarak söylüyorum bunları. Okurken benim zihnimde apaçıktılar, berraktılar, yalındılar, doluydular ve sanki onları yıllardır tanıyorumdum.

Yavaş yavaş okudum. Tadını çıkara çıkara ilerledim. Not aldım bol bol. Kitabı bitirdikten sonra aldığım notları araştırmak bana öyle güzel geliyor ki tarifi imkansızdır.  "Kubbenin Altında", yaklaşık 1000 sayfa. Bu sizi ürkütmesin. Sabırlı olun, emin olun ki hiçbir gereksiz şey kitapta yeralmıyor. Hatta bittiğine üzülecekseniz.

Kitaptan not aldığım cümlelerle bitiriyorum:

"Birkaç güzel anı yeterliydi ve onlar için de ne valiz lazımdı ne de sırt çantası.",
"Fikirler soğuk algınlığı mikropları gibidir, eninde sonunda birileri yakalanır.",
"Küçük kasabalar insanın hayal gücünü sınırlar.",
"Eski film yıldızının dediği gibi 'Aktörlüğü sevmediğimde bırakamayacak kadar zengin olmuştum' ",
"Bazı insanlar büyüktür, bazıları da kendine büyüklük atfeder.",
"Korkak bir lider dünyanın en tehlikeli  insanıdır.",
"Banka hesabında milyonlar olsa da amacı olmayan biri daima küçük biriydi.",
"Birine saygınlığı iade edildiğinde o kişi çoğu zaman (her zaman olmasa bile) az çok doğruyu görebilme yeteneğini de geri kazanmış olur.",
"Tanrı'yla yalnızken konuşursanız verdiği cevabı daha rahat duyarsınız.",
"Hayat size limon verirse limonata yapın.",
" 'Sopalarla taşlar kemiklerimi kırabilirler ama kelimeler bana zarar veremez' -Jim Rennie-",
"İstediğin birşey için dua edersen Tanrı sağır olur ama ihtiyacın olan birşeyler için dua edersen can kulağıyla dinler.",
"Amerika'nın iki büyük özelliği demagogları ile rock and  roll'dur.",
"Yine de insanoğlu uyum sağlama becerisi olmasa bir hiç sayılırdı.",
"Doktorların dediği gibi, toynak sesi duyunca insanın aklına Zebra gelmezdi-yanlış teşhis yaptıklarında-",
"Elindeki sopa küçükse koca bir köpeği azdırmayacaksın."

Not: Ekşi'den linkini bulduğum Chester's Mill kasabasının web sitesi: Chester's Mill 

4 Mart 2012 Pazar

ÇOŞKUN ARAL

Cüneyt Özdemir'in hazırlayıp sunduğu Soru-Yorum programının konuğuydu geçen akşam Çoşkun ARAL. Ben mesleğine bu kadar aşık çok az insan gördüm. O anlattıkça ağzınız açık kalıyor. Kendisi bir beyfendi. Alçak gönüllülükle anlatıyor gördüklerini, bildiklerini ve çektiklerini. Mesleğindeki 36. yılı yanılmıyorsam. Türk toplumunu çok nazik bir şekilde eleştiriyor. Merak etmiyoruz diyor, sonuna kadar haklı. Röportajlarını okudum bugün internetten. Hatay'a 200 km uzklıkta Lübnan'ı bombalamaya dünyanın en büyük savaş gemisi geldi kimsenin umurunda olmadı diyor.


Haberci programını burada anlatmama gerek yoksanırım. kendisiyle ilgili bazı linkleri paylaşacağım. Umarım dünyanıza yeni bir pencere katar.

Kitap:
Ölümün Yakasına İliştirilmiş Hayatlar,
Sözün Bittiği Yer

Web site:
http://www.haberci.com/default.asp
http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=co%C5%9Fkun+aral
http://sigortacigazetesi.com.tr/manet/1751-haberci-cokun-aral-toplumu-deitirmek-isteyen-bir-medyamzn-olmamasndan-ikayetci-balk-basindan-kokar.html

23 Şubat 2012 Perşembe

Yaşlanıyorum ve U'lu mutsuzum

Kafam karmakarışık. Nasıl izah edebilirim bilmiyorum. Yaşlanıyorum işte..

Haftalar amaçsızca birbirini kovalıyor. Halbuki ne hayallerim var(dı). Artık onları bile hatırlayamıyorum. Bazen Rafet El Roman dinlerken çoşuyorum, "Hadi tekrar ayağa kalk ve çabala. 'umut'lan yeniden. Evet aradığım kelime "umut" galiba. Benim artık hiç bir şeyden umudum yok.

Umut, bambaşka bir şey. İçimizdeki tek hazine.Yaşlandıkça içimizdeki umut eksilip dışımızdaki meta artıyor. Araba, ev, iş, para, ünvan...

İmkansızlıklar içinde hem daha mutlu hem de daha umutluydum. Beş parasızken yani. Azimli ve inatçı biriydim 20' li yaşlarımda. Tuttuğumu koparırdım. Öz güvenim zirve yapmıştı. Herkes de de böyle mi acaba. 20' li yaşlar böyle mi geçmiş. Bilmiyorum.

Neyse kafam darmadağın durumda. İzah edemiyorum...
U'lu mutsuzum. Umutsuzum.

12 Şubat 2012 Pazar

Canım Kardeşim

Kardeşin olarak yazıyorum bu cümleleri. Çok değil bir zamanlar günün çoğunu beraber geçirdiğin abin. Geçenlerde farkettim biz eskisi gibi değiliz. Yok hala içli dışlıyız da eskisi gibi değiliz.

Aynı güne, aynı geceye beraber başlamıyoruz. Aynı sofraya beraber oturmuyor, aynı çorbaya beraber kaşık sallamıyoruz. Aynı televizyon kanalına beraber bakmıyoruz. Aynı sokağa kartopu oynamaya beraber çıkmıyor, aynı sokakta akşamlamıyoruz. Aynı sobada ıslanan üstümüzü beraber kurutmuyoruz. Ödevlerin başında saatlerce uğraşmıyoruz. NBA 2000 oyununda saatler süren maçlar yapmıyoruz. Şampiyonlar Ligi maçlarını izlerken  Fanta ve Ruffles' ın canlarına okumuyoruz. Beraber oynadığımız halı saha maçlarımız da yok artık.

Paylaşamadığımız şeyler de yok. Beraber izlediğimiz çizgi filmlerimiz de çok eskilerde kalmış.

Hatırlıyor musun salonda yapılan çift kale maçları ardından penaltıları?.. Unutulmaz satranç maçlarını da hatırlıyor musun?.. Kaybedince de birbirimizi hazmedemeyişimizi..

Ayrı     düşmek, büyümek var mıydı hesapta!..

Yaşlanıyoruz canım kardeşim...

24 Ocak 2012 Salı

İKİ DARBE ARASINDA

Öncelikle akıcı bir kitap. Sıkılmadan merakla okuyorsunuz. Kısaca bu kitap, İskender PALA'nın TSK'daki on beş yıllık serüvenini anlatıyor.

Kitap eleştirisine İskender PALA'dan başlamak istiyorum. Öğrendiğimde çok hoşuma giden şu oldu. Askerlik mesleğinin içinde akademik kariyerini bitirebilmiş ve o azmine hayran kaldım. Yaptıklarını okuduktan sonra "çok çalışıyorum" cümlesini artık kurmuyorum. Kafasında "ne yapabilirim, neler katabilirim?" soruları olan insanları severim. Mücadeleci insanlardır.

Kitabın bir bölümünde de diyor ki; "Daracık mekanlarda onlara geniş dünyalar sunabilirdim." Denizaltında görev altığı süre boyunca askerlerine okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışmış. Okumayı çok seven biri olarak bu bakış açısı çok güzel.

Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü hazırlamış genç yaşında. "Konferanslara gittiğimde İskender PALA'yı ellili altmışlı yaşlarında biri olarak bekliyorlardı." diyor. Karşılarında otuzlarında birini görünce de şaşırıyorlarmış.

Gelelim kitaba. Kitapta 28 Şubat dönemi ile ilgili düştüğü anektotlar benim için önemliydi. Eleştirişleri ve özeleştirileri yerinde. O dönemde yapılan insan hakları ihlalleri, egoların kanunların üstüne çıkması, kanunsuzluklar, adaletsizlikler vb. Bunları eleştiri olarak ortaya koyuyor. Özeleştirisi ise müslümanlara.             " Kasko yaptırmak dinen caiz değil diyen tanıdıklarım yüzünden kasko yaptırmadım. Aracımla kaza geçirdiğimde çok büyük maddi kayba uğradım. Bir baktım ki bu insanlar bende önce kasko yaptırıyorlar." 

O dönemde inanan insanlarla dincilerin birbirinden ayrıştırılamadığını söylüyor. Bundan da en çok muzdarip olanlar inançlarında samimi olanlardı diye ekliyor. Bir özeleştirsi de türban, örtü  vb. giyim üzerine. İnanalara baskının çok olduğu dönemde insanların daha da muhafazakarlaştığını söylüyor. Eşinin de 28 Şubat döneminde daha muhafzakar giyindiğini söylüyor ve ekliyor: "İnananlar olarak eğer böyle davranacak idiysek neden yanlış anlaşılmalara izin verdik!"

Sonuç olarak şunu ifade edebilirim. İki Darbe Arasında, İskender PALA'nın kalemiyle hayatını alt üst edenlerden aldığı intikamdır. 

Dipnot:Çok sık olan tayinleriyle alakalı dönemin Kuvvet Komutanı ile yaptığı konuşmayı okurken neredeyse de ağlayacaktım..