"İnsanın değeri aradığı şeyin değeri kadardır."
MEVLANA

18 Kasım 2011 Cuma

Naat


Naat
Seccaden kumlardı..
................................
................................
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .

Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..

Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.

Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’minlerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün...

Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!

Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.

Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!

Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!


Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!

Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
 
Arif Nihat Asya

17 Kasım 2011 Perşembe

Güvenilen Güven Üzerine Düşünceler [Reflections on Trusting Trust]

ACM Classic: Reflections on Trusting Trust



Ken Thompson'ın 1983 Turing Ödülü Konuşması

 

Güvenilen Güven Üzerine Düşünceler                            [Reflections on Trusting Trust]
Ken Thompson

Çeviren: Kemal GÜVENLİ kemalguvenli@gmail.com

Reprinted from Communication of the ACM, Vol. 27, No.
8, August 1984, pp. 761-763. Copyright © 1984, Association for
Computing Machinery, Inc. Also appears in ACM Turing Award
Lectures: The First Twenty Years 1965-1985
Copyright ©
1987 by the ACM press and Computers Under Attack: Intruders,
Worms, and Viruses
Copyright © 1990 by the ACM press.

Bu ACM'nin bir telif haklı çalışmasından türetilmiş
dijital bir kopyasıdır. O, yazarın orijinal çalışmasının tam
bir kopyası olduğunu garanti etmez.


Giriş

Bu ödül için ACM'ye teşekkür ederim. Ben daha fazla
katkıda bulunamam ama teknik değeri kadar zamanlama ve şans için
bu şerefi alıyor olduğumu hissederim. UNIX, merkezi main frame'
lerden özerk makinelere [PC- Ç.N.] endüstriyel
genişlikli değişimiyle ortalığı popülaritesiyle silip süpürdü.
Sanıyorum Daniel Bobrow (1) bir PDP-10 almaya gücü
yetemeseydi ve bir PDP-11 için reklamlar yerleştirilseydi
benim yerime o burada olacaktı. Ayrıca, UNIX' in günümüzdeki
hali insanların büyük ölçekli emeklerinin sonucudur.
Eski bir atasözü vardır, “Seni getiren biriyle
dans et,” bu UNIX hakkında konuşmalıyım manasındadır. Çoğu
yıldır UNIX ana akımı üzerinde çalışmadım, Şimdi
başkalarının çalışmasından dolayı hak edilmiş itibarı almaya
devam ediyorum. Bu nedenle, UNIX hakkında konuşmayacağım fakat
katkıda bulunmuş herkese teşekkür etmek istiyorum.

Bu beni Dennis Ritchie' ye getirir. İşbirliğimiz güzel bir
şeydi. On yıllarca beraber çalıştık, sadece bir çalışmanın
hatalı yönlendirilmesini anımsayabilirim. Bu vesileyle, aynı
20-satır assembly dili programı birlikte yazdığımızı keşfettim.
Kaynakları karşılaştırdım ve onların karakter'e karakter eşleştiğini
bulunca hayretler içinde kaldım. Bizim çalışma
birlikteliğimizin sonucu, bizim her bir katkıda bulunduğumuz
çalışmadan daha büyük uzaktadır.

Ben bir programcıyım. Benim 1040 formumda [A.B.D' de bireysel
gelir vergisi bildirim formu – Ç.N. ] , bu meslek olarak
ifade ettiğimdir. Bir programcı olarak, programlar yazarım. Şimdiye
kadar yazdığım en zarif programı size göstermek istiyorum. Bunu
üç bölümde yapacağım ve en sonunda onu beraber
almayı deneyin.

Bölüm I

Kolejde, video oyunlarından önce, programlama egzersizleri
ortaya atarak kendimizi eğlendirirdik. En meşhurlarından biri kendi
kaynak kodunu üreten (self-reproducing ) en kısa programı
yazmaktı. Gerçekçilikten (reality) ayrılmış bir örnek
olduğundan beri, en kullanışlı araç FORTRAN'dır. Gerçekten,
FORTRAN üç durumlu yarışların [Piknik ve okul
karnavallarında partnerlerin birer ayağını birbirine bağlayarak
yaklaşık 50 metre uzaklığı koştukları favori yarış. – Ç.N.]
popüler olmasının aynı sebebinden dolayı tercih diliydi.

Elbette ki dahası saptandı, problem, derlendiğinde ve
çalıştırıldığında kendi kaynak kodunun tam bir kopyasını çıktı
olarak üretecek bir kaynak kodlu program yazmaktır. Eğer bunu
bunu hiç yapmadıysanız, kendinizin onu denemesi için
sizi teşvik ediyorum. Nasıl yapıldığının keşfi, nasıl yapıldığının
anlatılmış olmasıyla elde edilecek herhangi bir menfaatin uzak ara
üstünde olduğunu açığa vurulmasıdır. “En kısa”
hakkındaki bölüm, ustalığı göstermek ve kazananı
belirlemek için sadece özendirici bir şeydi.


FIGURE1


Figure I C programlama dilinde kendi
kaynak kodunu üreten [self-reproducing] bir programı gösterir.
(Purist [Titiz; lisan kullanımında aşırı dikkatli kişiler –
Ç.N.] programın tam olarak kendi kaynak kodunu üreten bir
program olmadığının farkına varacak, fakat kendi kaynak kodunu üreten
bir program üretecektir.) Bu giriş bir ödül kazanmak
için epeyce büyüktür, ama o tekniği gösterir
ve hikayemi tamamlamak için ihtiyaç duyduğum iki önemli
özelliğe sahiptir: (I) Bu program bir başka program tarafından
kolaylıkla yazılmış olabilir. (2) Bu pro-gram ana algoritmasıyla
birlikte üretilecek yeniden üretilecek bagaj
fazlalılığındaki bir keyfiyi içerebilir. Örnekte, yorum
[C kaynak kodlarında /* ve */ arasında kalan cümleler. -Ç.N.]
bile üretilebilir.

Bölüm II

C compiler [derleyici] C'de yazıldı. Tanımlamak üzere olduğum
şey , compiler'lar kendi dillerinde yazıldıkları zaman doğacak olan
“tavuk ve yumurta” problemlerinden birisidir. C
Compiler'ından spesifik bir örnek kullanacağım.
C ilk değeri atanmış karakter dizisini [initialized character
array] belirterek yapan bir string e izin verir. String'lerdeki
kendine özgü karakterler basılamaz [unprintable]
karakterleri göstermekten sakındırabilir. Örnek olarak;
“Merhaba dünya\n”
"Hello world\n"
yeni satır karakterini gösteren “\n,” ile beraber
bir string i gösterir.

FIGURE2


Figure 2, karakter escape [Escape character:
"\" , bir script ya da kod içinde,
kendisinden hemen sonra gelecek olan karakterin, komut olarak değil,
gözüktüğü şekilde kullanılması gerektiğini
anlatır. - Ç.N.] sekansını yorumlayan C compiler'ındaki kodun
idealleştirilmişidir. Bu kodun şaşırtıcı kısmıdır. O, herhangi
karakter kümesinde yeni bir satır için ne derlendiğini
tamamen taşınabilir şekilde bilir. Bilinen bu davranış sonra ona
kendini yeniden derlemesine izin verir, böylece bilgiyi
ölümsüzleştiriyor.


FIGURE3


Bizim, dikey kayış karakterini [the vertical tab character] temsil
etmek için "\v" sekansını içerecek şekilde C
compiler'ını değiştirmeyi dilediğimizi farz et. Figure
2
'ye ilave apaçıktır ve Figure 3. de
gösterilir. C compiler 'ını yeniden derledikten sonra bir
diagnostic [Compiler veya assembler'ın anlayamadığı ifade veya söz
dizimininden söz eden programcının kaynak kodundaki hata mesajı
– Ç.N. ] alırız. Açıkça, compiler'ların
binary [ programlama dillerinde yazılan kaynak kodlarının,
mikroişlemciler tarafından direk çalıştırabilen kodu]
versiyonun “\v” hakkında bilmediklerinden beri, kaynak
kod legal[meşru] C değildir. Biz compiler'ı “eğitmeliyiz”.
O, "\v" neyi ifade ettiğini bildikten sonra, sonuç
olarak bizim yeni değişikliğimiz legal C olacak. Vertical tab'ın
decimal 11 olduğunu ASCII çizelgesinden arayıp bulabiliriz.
Figure 4. deki gibi kaynak kodumuzu değiştiririz.
Şimdi eski compiler yeni kaynak kodu kabl eder. Sonuçlanmış
binary' yi yeni resmi C compiler'ı olarak kurarız ve Figure
3
.'de sahip olduğumuz tarzda şimdi taşınabilir versiyonunu
yazabiliriz.


FIGURE4


Bu derin bir kavramdır. O, gördüğüm gibi ''eğitim''
programına öyle yakındır. Bir kere onu basitçe
anlatırsın, sonra self-referencing [kendini referans almak;
recursion-yenileme- kavramında görülür – Ç.N.]
tanımını kullanabilirsin.

Bölüm III


FIGURE5


Tekrar, C compiler'ında, Figure 5 , rutin
''derleme''nin [ the routine “compile”] kaynak kodun bir
sonraki satırının derlenmesi olarak adlandırıldığı yer, C compiler'ın
yüksek seviyeli kontrolünü gösterir. Figure
6
, her ne zaman özel bir örnek eşleştiğinde kaynak
kodu kasten hatalı derleyecek C compiler'ına basit bir modifikasyonu
gösterir. Eğer kasıtlı değilse o compiler “bug”
[hatalı sonuçlara neden olan kod parçası] olarak
isimlendirilir. Kasıtlı olduğun beri, o bir ''Truva atı''[Trojan
horse] olarak çağrılmalıydı.

FIGURE6


Compiler'ın içine yerleştirdiğim gerçek bug, UNIX
''login'' [UNIX işletim sistemindeki hesaba username ve password ile
giriş yapılan komut] komutundaki kaynak koda benzeyecekti. Yerini
alan kod login komutunu hatalı derleyeceğinden dolayı tasarlanmış
kriptolu şifreyi veya özel bilinen şifreden birini o kabul
edecekti. Böylece eğer bu kod binary'de kurulduysa ve binary
“login” komutunu derlemek için kullanıldıysa, ben
o sistemin içine herhangi bir kullanıcı gibi girebilirdim[log
into].
Böyle bariz kod uzun zaman fark edilmemiş olarak
gitmeyecekti. C compiler'ının kaynak kodunun çok tesadüfi
dikkatli okuması [perusal] bile şüpheleri uyandıracaktı.

FIGURE7


Son adım Figure 7. de gösterilir. Bu
basitçe önceden mevcut olan birine ikinci Truva atı
(Trojan horse) ekler. İkinci örnek C compiler'ını nişan alır.
Yerini alan kod Truva atıyla beraber compiler'ın içine
yerleştirilen Bölüm I kendi kaynak kodunu üreten
(self-reproducing ) programdır. Bu Bölüm II'de olduğu gibi
bir öğrenme safhası gerektirir. Önce bir gedikli binary
[bugged binary] üretebilmek için modifiye edilmiş kaynak
kodu normal C compiler ile derleriz. Bu binary'i resmi C olarak
kurarız. Şimdi compiler'ın kaynak kodundan bug'ları kaldırabiliriz ve
yeni binary ne zaman derlenirse bug'ı içine yerleştirir. Tabi
ki, login komutu kaynak kodun hiçbir yerinde iz bırakmadan
gedikli [bugged] kalacak

Kıssadan Hisse

Kıssadan hisse açıktır. Tamamen kendinin yaratmadığı koda
güvenemezsin. (Bilhassa kod, benim gibi insanları çalıştıran
şirketlerinse ). Kaynak kod düzeyinde doğrulama veya inceleme
güvenilmeyen kodu kullanmadan seni korumayacak. Saldırının bu
çeşit olanağını göstermekte, ben C compiler'ında seçtim.
Herhangi bir programı seçebilirdim-ele alınan program bir
assembler, bir yükleyici [loader] veya hatta donanım mikrokodu
[hardware microcode; Bilgisayarın devre düzeyi ve makine
talimatı arasında tercüme tabakası gibi davranan
“microprogram”dır. “Mikrokodu” yazmak
“mikroprogramlama” olarak adlandırılır.] Program daha çok
düşmesi derecesince, bu bug’ları tespit etmek zorlaştıkça
zorlaşacak. İyi yerleştirilmiş mikrokod[microcode] bug’ı tespit
etmek hemen hemen imkansız olacak.
Sizi güvenilemeyeceğime ikna etmeyi denedikten sonra, Ahlaki
yönden açıklamak isterim
. 414 çetesi,
Dalton çetesi vb. “hacker”ların el ele vermesinde
basını eleştirmek istiyorum. Bu çocukların gösterdiği
davranışlar olsa olsa vandalizm [yıkıcılık] ve muhtemelen günah
ve en kötü ihtimalle hırsızlıktır. Hacker’ları ciddi
adli kovuşturmalardan koruyan sadece
suçlu kodun [criminal code; cezalı
suçlara ilişkin bir ulusun
kanunları taslağını hazırlayan hükumet kanunlarının bir
derlemesidir ve böyle suçlar işlendiğinde mahkemelerin
suçluya zorla kabul ettirdikleri maksimum ve minimum
cezalardır.]
yetersizliğidir. Bu faaliyete karşı savunmasız
[vulnerable] olan şirketler (ve çok büyük şirketler
çok savunmasızdır) suçlu kodun güncellenmesini zor
yayınlıyorlar. Bilgisayar sistemlerine yetkisiz girişim bir kaç
eyalette çoktan beri ciddi bir suçtur ve günümüzde
daha fazla eyalet yasama meclislerinde Millet Meclisi’ndeki[Congress;
(US) Millet Meclisi -seçimle işbaşına gelmiş yasa yapıcı
organı Senato ve Temsilciler Meclisi'nden oluşur- ] kadar iyi bir
şekilde hitap ediliyor.

Bir patlayıcı durum hazırlığı vardır. Bir elde, basın, televizyon,
ve sinemalar onlara ilerlemekte olan başarılı gençler[whiz
kids] diye hitap
ederek yıkıcı-vahşi- kahramanlar[heroes of vandals] meydana
getirmektedirler. Diğer elde bu çocukların gösterdiği
davranışlar yakın bir zamanda hapishanede yıllara kadar
cezalandırılabilir olacak.

Congress doğrulamadan
önce ben çocukları izledim.
Davranışlarının
ciddiyetinden tam anlamıyla habersiz oldukları aşikardır. Açıkça
kültürel bir boşluk vardır. Bir bilgisayar sistemini
kırarak girme davranışı bir komşunun evini kırıp girme gibi aynı
sosyal lekeye sahip olmak zorundadır
.
Komşunun kapısı kilitsiz olması bir sorun teşkil etmemelidir. Basın,
yanlış yere yönlendirilmiş bir bilgisayar kullanımının bir
otomobilin sarhoş sürülmesinden daha fazla şaşırtıcı
olmadığını öğrenmelidir.

Sonuç

İlk kez Multics’in[multiplexed information computing system.
MIT'de geliştirilmiş ve mutliuser, multitasking ve device files gibi
kavramları barındıran ilk işletim sistemi.] eski uygulamasının
güvenliğinin bir Hava Kuvvetleri kritiğinde böyle bir Truva
atı’nın[Trojan hourse] olma olasılığını okudum. Bu dokumana
daha fazla bir özel örnek bulamam. Eğer
bu referansı sağlayan her hangi bir kimse bana bilmem için
izin verecek idiyse, onu takdir etmek isterdim.

Referanslar

  1. Bobrow, D.G., Burchfiel, J.D.,
    Murphy, D.L., and Tomlinson, R.S. TENEX, a paged time-sharing system
    for the PDP-IO. Commun. ACM 15, 3 (Mar. 1972), 135-143.
  2. Kernighan, B.W., and Ritchie, D.M.
    The C Programming Language. Prentice-Hall, Englewood Cliffs, N.J.,
    1978.
  3. Ritchie, D.M., and Thompson, K.
    The UNIX time-sharing system. Commun. ACM 17, 7(July 1974), 365-375.
  4. 4. Unknown Air Force Document.

13 Kasım 2011 Pazar

Peter Straub Stephen King'i anlatıyor..

güzel bir röportaj.
orjinal link:
http://egoistokur.com/peter-straub-stephen-kingi-anlatiyor/





Stephen King’i bazen severim, şefkatle karışık bir biçimde… Özellikle şimdilerde biraz küçümsediği ilk romanlarını kıyıp da kimselere veremem. Peter Straub ise ne yazarsa yazsın hayran olduğum romancılardandır. Gölgeler Diyarı, Koko, Hayalet Hikayesi, Gece Odasında günümüz korku romanının müthiş örnekleridir bence. Daha çok okunsunlar, keşfedilsinler isterim. İki yazarın ortak özelliğiyse birlikte iki korku romanı kaleme almış olmalarıdır. Tılsım ve Kara Ev. İlki büyüleyici, ikincisi biraz sıkıcıdır… Her neyse, az önce Egoist Okur’a Stephen King haberini girince, Straub’un King’i anlattığı bu söyleşiyi geldi aklıma ve niçin olmasın, onu da buraya eklemek istedim… İşte sevgili tontiş yazarım Straub’un paraya para demeyen meslektaşı King’e dair anlattıkları…

Birlikte iki roman yazdığınız yakın arkadaşınız Stephen King’i nasıl anlatırsınız?
Çok zeki, eğlenceli, cömert ruhlu, tutkulu bir adam. Karakterini anlatmak zor, üst üste binmiş o kadar çok katman var ki. Onda gördüğünüz şey elde ettiğiniz şey değildir, hatta aslında gördüğünüz şey bile değildir. Uff, zormuş anlatmak. Şöyle söyleyeyim, içinde sayısız oda bulunan kocaman bir malikane gibidir ve belki biraz da bu yüzden harikulade bir arkadaştır. Her zaman sizi şaşırtmayı başarır. Yazar olarak King’i soruyorsanız, olağanüstü bir hayal gücü vardır, kendini işine adamıştır ve “insan”dır.
Yazar olarak sizinle Stephen King arasındaki temel farklar ve ortak noktalar neler?
O benden daha açıksözlü, söylemek istediğini doğrudan söyleyen bir yazar; olay örgüsü ve karakter yaratma konusunda benden daha az karmaşık olmayı başarıyor. Böyle söylenince kulağa basitmiş gibi geliyor bu özellik ama aslında hiç de öyle değil. Ortak özelliklerimize gelince, ikimiz de roman denen yazınsal türe eski moda bir aşkla bağlıyız. Görkem seviyoruz, bir de tabii kötücüllüğün farklı ortaya çıkış biçimleri ikimizin de fazlasıyla ilgisini çekiyor. Mizah anlayışımızın yakın olduğunu da söyleyebilirim, çünkü bir araya geldiğimizde kimi zaman gülmekten dağıldığımız oluyor.
Stephen King’in hangi kitabını yazmış olmayı isterdiniz? Bu soruyu sizin kitaplarınız için sorsak, o nasıl yanıtlardı?
The Shining’in yazarı olmaktan müthiş gurur duyardım. Steve’se sanırım bu soruyu Shadowland diye cevaplardı. Bir de şu It meselesi var; o kitabı ilk okuduğumda çok acayip bir şeyle yüz yüze gelmiş gibi olmuştum, sanki biri benim alanıma girmişti, benim kartlarımı çalıp benim oyunumu oynuyor, üstelik bunu benden çok daha iyi yapıyordu.
Onunla nerede tanıştınız?
Londra’daki küçük, sevimli bir otelde. İlk önce bedeninin iriliğiyle dikkatimi çekti, emin olun kendisi Porter Strum’dan kat kat uzun boylu. (Porter Strum, şişman ve kısa boylu Straub’un kendisine taktığı isim; Clint Eeastwood’a benzeyen, çekici, karizmatik, gizemli bir alter ego.) Sonra kelimeleri kullanma biçimi, espri yeteneği ve zekasından etkilendim. Haftalardır buluşmaya çalışıyorduk o sırada, ama çeşitli aksilikler yüzünden bu buluşma bir türlü gerçekleşememişti. Sonunda otelin, deri ve kadife karışımı dekorasyonuyla bir erkekler kulübünü andıran barında karşılaştık. (Bu erkekler kulübü meselesi iki yazar için de çok önemli, Straub’un Ghost Story’sini ve King’in Straub’a ithaf ettiği The Breathing Method’u okuyanlar sebebini bilecektir.) Steve uzaktan elini kolunu sallayarak seslendi, hayır, aslında gürledi demem gerekiyor. Barda uzun uzun konuştuk, konuştuklarımız çoğunlukla paraya dairdi, tüm yazarlar bu konuya bayılır, inanın bana. Bir de tabii kitapları konuştuk, sevdiğimiz kitapları, hemen hemen aynı kitapları seviyor oluşumuz iyiydi. Tabii ki arada farklar vardı, mesela ben Shane Stevens’ı hiçbir zaman pek sevmemiştim, o da sanırım The Good Soldier konusunda benim kadar saplantılı değildi; ne var ki sıra Raymond Chandler’a ve başka önemli suç yazarlarına gelince iş değişiyordu, o zaman keyfimiz yerine geldi. Her neyse… Arkadaşım olacağını daha ilk saniyede hissettiğim bu coşkulu, yerinde duramayan, tutkulu, zevkli, ilgi çekici ve değerli adamla nihayet tanışmak müthiş bir şeydi.
Tılsım’ı birlikte yazdınız. Fikir kimden çıktı ve nasıl gelişti?
Tabby ile Steve bizim Londra, Hillfield Avenue N8’deki evimize gelmişlerdi. Konu o gece açıldı. Tabby ve Susan çoktan yatmışlardı, bizse iki çatlak gece kuşu olarak uyumamakta ve bira üstüne bira içmekte diretiyorduk. Birlikte bir kitap yazmalıyız dedi sanırım, ya da onun gibi bir şey. Gelgelelim yapacak başka işlerimiz, verilmiş sözlerimiz vardı, çalışmaya dört yıl sonra başlamak üzere anlaştık, hatta kesin bir tarih belirledik. Sonra işte uykumuz geldi. Arada görüştüğümüz zaman, birbirimize hatırlatıyorduk. Sonunda, belirlediğimiz tarih geldi çattı, karımla Maine’e gittik ve bir süre King’lerde kaldık. Kafamızdaki bulanık fikirler gerçek bir öykünün ayrıntıları haline geldi, ana hatlar ortaya çıktı. Steve’in lisede yazmaya başlayıp yarım bıraktığı bir masaldan yola çıkmıştık, ölmekte olan annesini kurtarmak için kutsal bir nesneyi bulmaya çalışan küçük bir çocuğun masalından. Hikâyenin önemli ayrıntılarının hepsi Steve’in eviyle Portland’daki alışveriş merkezi arasındaki yirmi millik araba yolculuklarında yaratıldı. Ama şöyle düşünün, her gün çeşitli bahaneler yaratıyor ve alışveriş merkeziyle ev arasında mekik dokuyorduk. Eve döndüğümüzde Steve daima bir şey unutmuş olduğunu fark ediyor ya da değiştirilmesi gereken yanlış bir şey almış oluyordu ve yeniden yola çıkılması gerekiyordu. Tüm bu numaralarımız gerçekten işe yaradı. İyi çalıştık yani.
Peki çalışma süreci nasıl gerçekleşti, roman nasıl yazıldı, ilk taslağı birlikte ne zaman okudunuz, düzeltmeleri kim yaptı?
Bu kez Steve’ler bize geldi. Zaten artık karımla Amerika’ya yerleşmiştik çoktan. Dört gün kaldılar, ilk on beş sayfayı birlikte yazdık. Sonra o Maine’e döndü, bu arada ben konuştuğumuz her şeyi kağıda döktüm, yetmiş sayfalık bir olay örgüsü taslağı çıktı ortaya. Derken Steve hikâyeyi kaldığımız yerden sürdürdü, bittiğini hissettiği zaman bırakıyor ve yazdıklarını bana gönderiyordu. Onun son cümlesini okuyup bitirdiğimde ben başlıyordum yazmaya. Böyle böyle bir buçuk yıl geçti. Aralıklı olarak toplam yüz ellişer sayfa filan yazmıştık. Bitmeye yaklaştığını hissettiğimizde karımla ben gene Maine’e doğru yola çıktık. Daktilonun başına dönüşümlü olarak oturarak son elli sayfayı birlikte yazdık, sonra da editörümüzü davet ettik. Nereleri atacağımıza, neleri değiştireceğimize onunla birlikte karar verdik.
Bize anlatacağınız eğlenceli şeyler var mı?
O son Maine’e gidişimizde yanıma Michel Legrand’ın After the Rain albümünü almıştım. Saksofonda Phil Woods ve Zoot Sims vardı. Daktilonun başına oturma sırası bana geldiğinde pikaba o albümü koyuyor ve diyelim ki iki paragraf yazıyordum. Steve’se yazarken Eddy Grant’in Electric Avenue albümünü tercih ediyordu. Sonra çalışma iyice hararetlendi, bir çeşit jam session oluştu, bir Eddy Grant, bir Zoot Sims. Steve demişti ki, “Hey Peter, sanki sen ve ben müzik yapıyormuşuz gibi oldu.”
Aradan on altı yıl geçti. Kitabı tekrar okudunuz mu hiç? Bugün olsaydı gene aynı yöntemle mi çalışırdınız?
Altı ay önce bir kez daha okudum. Hatırladığımdan çok daha iyiymiş. Soluk soluğa okunuyor, aynı zamanda göz yaşartıcı. Tatlı bir kitap. Tek kusuru fazla uzun oluşu. Biliyorsunuz, sonra birlikte ikinci bir kitap daha yazdık, Kara Ev. Neyse ki o daha kısaydı. Steve’le tuhaf bir bağ oluştu aramızda, artık çoğunlukla aynı şeyleri düşünüyoruz, birlikte yazıyor olmasak da… Okuduysanız biliyorsunuzdur, tek başımıza yazdığımız kitaplarda ikimiz de Herman Melville’in Bartleby’sine ve Daphe DuMaurier’nin Rebecca’sına göndermeler yapmıştık. Halbuki bu konuda hiç konuşmadık bile. Birbirinden bütünüyle farklı bu iki roman ikimizi de aynı biçimde etkilemişse, hatta yazdıklarımızda kendini hemen hemen aynı biçimde göstermişse, artık ne denebilir ki? Uğurlu rastlantı…
Kara Ev’i nasıl yazdınız?
İki ay internet aracılığıyla hemen her gün yazıştık. Sonra Steve Florida’da bir ev tuttu ve bir süre orada kalarak olay örgüsü taslağını oluşturduk. Evlerimize döndükten sonra da yazışmalarımız sürdü.
Ölüm döşeğinde olsanız Stephen King’e söyleyeceğiniz son şey ne olurdu?
Steve’e son sözlerim? Vedalaşmaya gelir umarım. Onu sevdiğimi söylerdim, onu tanımanın ve onunla çalışmanın çok zevkli olduğunu anlatırdım, sonra vakit kalırsa, ona James Ellroy’un ölüm döşeğindeki babasının son sözlerini hatırlatırdım ve tabii gülmekten dağılırdık. Sakın ısrar etmeyin, o son sözlerin ne olduğunu söyleyecek değilim size, genç okurlarınız için uygun olmayabilir çünkü.
(James Ellroy’un babasının son sözleri tam olarak şöyleymiş: “Sana hizmet eden her garson kızı götürmeye bak.”)