"İnsanın değeri aradığı şeyin değeri kadardır."
MEVLANA

8 Mart 2017 Çarşamba

New York

Boş bir kağıt kadar insanı çıldırtan bir şey yoktur der Stephen King. Bu satırları AKG kulaklığımda Gipsy Kings'den No Volvere şarkısını dinlerken yazıyorum.
Bu satırları okumanızı sağlayan Gipsy Kings'dir. Neden mi? İş te nedeni:

2015 Eylül'ünün ilk haftası için Manhattan'da bir otel(76. Cadde'de bir butik otel) ve THY'den uçak biletimizi(aktarmasız) aldığımda daha seyahatimize 5 ay vardı. Hanımı güç bela ikna edebildim. Okyanus ötesi seyahati gözü yemiyordu. Doğumundan beri yanımızdan hiç ayırmadığımız ufaklığımız Rüzgar'sız geçecek bir hafta. Ayrıca mihmandarsız yapılan bu gezide,  ya-başımıza-bir-şey-gelirse-ne-yaparız-oralarda serzenişleri..

Güç bela ikna edebildim(Vize için gerekli biyometrik fotoğrafı iş yeri istiyor diye çektirdim düşünün yani.) Seyahatteki bütün masraflarımız(Vize+otel+uçak bileti+yemek+ufak tefek hediyelikler için biraz para) için ayırdığımız 3000$ onun için çöpe giden paradan farkı yoktu( Oraları görünce düşüncesi değişti tabi ki..)

Uçağa biniş günümüz yaklaştıkça heyacan doruk yapmıştı. Gitmesek mi? Rezervasyonları iptal ettirsek mi? Ben bile tereddüte düştüm. Ya bişey olursa? Olmadı beyler, olmadı ve hayatımızın en güzel bir haftasını yaşadık New York'da. Bir memur çoğunun az biraz birikim yaparak(o lanet olası Iphone bilmem kaçlara 1000$ bayılmaya ne lüzüm var. Bu satırları sana doktora yapan yüksek elektrik-elektronik mühendisi söylüyor. Bari beni sallamıyorsunuz benim için pek bir anlamı olmayan ünvanımın tecrübesine güvenin.)

Gün geldi, bindik uçağa. Burada saygıdeğer(!) yöneticimi anıyorum. Adama New York'a gidedeğim dememe rağmen son gün sahaya gönderdi. onun yüzünden gece yarıları İstanbul'a ulaşabildim. Kıskanmaya ne gerek vardı, biz senin Lacoste tişörtlerle toplantılarda yaptığın havalara bir şey dedik mi? Kığılı  takımlarınla çaka satmana bir sözümüz oldu mu? Avrupa maceralarını dinlerken kafa mı çevirdik?

Evet bindik uçakğa kardeşlerim. 11 saat yolculuk sürüyor İstanbul'dan New York'a. Uçakta bol miktarda gurbetçi Türk ile muhabbet. Nasıl alabildin vizeyi, kimin yanına gidiyorsun? Arakdaşın mı var orada? gibi hep şüpheli sorular. Yok ulen orada bir kimsemiz. Atladık uçağa gidiyoruz işte. Az biraz booking.com, az biraz online vize başvurusu yorumları, Amerikalı vize memurunun yanında rahat tavırlar(İngilizce biliyorsanız bile Türkçe konuşmayı seçin, kendinizi rahat anlatın.  Niye cancağınızı üzesiniz. Anlamaz ise o anlamasın, tekrar ettirsin cevaplarınızı. Eğlenceli oluyor) ve thy'den baharda alınmış indirimli gidiş- dönüş bileti. Bu kadar hepsi..

Giderken uçak yolculuğunda tanıştığım bizim Türk'lerden biri Long Island'da petrol istasyonları varmış. Yatış yani, bizim kanımızda var kardeşim kolay para kazanmak. Dünyanın bir ucunda da böyle, kestirme yolların adamıyız biz.

JFK hava alanını The Terminal filminden bilirsiniz. Tom Hanks'in evi yani. Ben böyle bir havaalanı görmedim. Dünyanın heryerinden insanların ilk buluşma yeri. Amerika eşittir düzendir. O düzeni ilk Ankara'daki ABD konsolosluğunda görmüştüm. Binanın dışarısı Türkiye içerisi Amerika'ydı. O kuyruk için adam akılı bir sistem getirin yahu. Orası bizim başkentimiz, müstemleke vatandaşı değiliz biz. Adam gibi herkese yetecek kadar bank koyun oralara. Bu işin yazı var kışı var, hiç mi vicdanı sızlamaz bu bakanlıktaki memurların yahu? Konsolosluk demişken yanlız başına seyahat edenler New Yok'taki Türkiye konsolosluğunun adresini ve telefon numaralarını almalarında fayda var. Dünya hali ne olacağı bilinmez, bizim başımıza bir şey gelmedi ama ihtiyaç duyarsanız ilk oraya başvurun derim.Konsolosluğumuz Borsa binası Dünya Ticaret Merkezi binasının yakınlarındaydı sanırım, tam hatırlayamadım. Google'a bir zahmet :)

 Evet geldiniz JFK'ya. Sıraya girdiniz. Orada Amerikalılar için ayrı gişe ler mevcut, o taflara gitmeyin merdivenlerden inince direk karşınızdaki gişelere gidin. Kalabalık oalcaktır. 1-3 saatiniz orada geçebilir beklerken, sabırlı olun. Ypacak pek bir şey yok. Elinizde booking.com dan reserve ettiğiniz otelin bilgilerini içeren çıktı olsun. Memuru tam anlamasanız bile bu kağıdı ona uzatın. Zaten olan dışı bir şey yoksa girişinizi onaylayacaktır. Gişeden gecince ben amerikadayım ulen havasına hemen kapılablirsiniz. Kapılın abicim, biraz da havanız olsun kendinize.

Evet, nasıl çıkılır bu binadan dediğinizi duyar gibiyim. Önce dönün dolaşın içerisini. Katları görün, acelemiz yok. Zaten otel bizi bekliyor diyemiyorum. Çünkü yorfunsunuz ve br an önce otelinize varıp kendinizi yatağa atmaya çalışacaksınız. Saat farkı da ayrı bir problem. Zamanda 5 saat geri gitmiş olacaksınız oraya vardığınızda.

Yarım saat dönüp durduktan sonra bize şehre en ucua ulaşabileceğimiz airtrain'lerin biniş yerini gösteren temizlik görevlisi siyahi biz abimiz oldu. kendine buradan bir daha selamlar. meğerse bizim air trainler JFK içinde ring atıyormuş. Ulen var mı lan böyle bir havaalanı(Umarım İstanbul'a yapılan da böyledir.). Yanlış hatırlamıyorsam en az 6 pist, iniş 6 pist kalkış şeklinde. Başkan Kennedy'in anısına ismi JFK Airport olarak değiştirilmş. İkiz kuleleri kendileri yıktıkları gibi başkanlarını öldürüp de havalanına isimini koymaları da ironik tabi.

Air-train durağında hemen broşürlere saldırın. Ne varsa alın, en hızlı en kısa ulaşım ağına hakim olun. Bir hafta rahat gezebilmeniz tek şart bu. Air train sizi bir aktarma noktasında bırakıyor ve air-train hizmeti ücretli. 4$ falan olması lazım hatırladığım kadarıyla. Aktarma noktasına geldiğinizde air train biletinizi alabilirsiz. Evet can alıcı noktaya geldim. Aktarma noktasında mutlaka 1 hafta geçerli bir metro kartı alın. Dünyanın en karmaşık metro ağını 7/24 sürekli kullanabilmeniz için geçerli bu kart. turarı 30$ civarında. Yoksa her noktaya önemli noktaya bir sürü metro hattıyla  ulaşabilmek  mümkün iken taksilere dolarlarınız bayılmayın. Daha bir kaç tüyo daha vereceğim, malum dolar 4 TL'ye doğru gidiyor bu günlerde. Ne acı değil mi? Oraya vardığımızda alım gücümüz dörte bire düşüyor. Neyse, moral bozmaya gerek yok, bardağın dolu tarafını gözümüzün önüne getirelim.

En güzel an metro duraklarından birinden New York'a çıktığınız o ilk an. Amatör müzisyenlerin enstrümenlarından dökülen melodilerin arasından büyülü şehre çıkmak tam anlamıyla masalsı. Uzun yıllarını Anadolu'nun küçük bir şehrindeki orta ölçekli bir ilçesinin küçük bir köyünde geçiren bana bir wooooww çektirdi. Hem de iki üç kez. Hanım bile o soğukkanlığını koruyamadı. Ama sıradan bir taşra Amerikalısı bile New York'u ilk kez gördüğünde aynı wooooowları çekiyormuş, bir yerlerde okumuştum. Benzeri dünyada olmayan bir şehir. New York; 19, 20 ve 21. yüzyılın Babil'i arkadaşlar. Bilgisayar jargonuyla anlatacak olursam; New York, Babil'in ikinci sürümüdür.

O nizam nasıl planlanmış, nasıl hayata geçirilmiş ve en önemlisi nasıl korunabilmiş. Her şey yerli yerinde. Modernizim ile tarih ve doğa iç içe. Koca bir ormanı şehrin merkezine yerleştirebilenler dünyayı yönetiyor. Biz ise imar rantı peşinde koşan belediye başkanları sayesinde şehir merkezlerimizin tiyatro sahnesinden pek bir farkı yok. Her şeyimiz göstermelik.Bir belediye başkanı neden şehir merkezlerindeki yeşil alan miktarını arttırmak için yarışmaz, neden bunun mücalesini vermez bizim ülkemizde. Neden bir tane daha ağaca yer açmaz. Şuursuzca rant peşinde koşan mütahitlerimizin yaptığı ucube, kibrit kutusu binalarınız batsın sizin. ve o absürt kaldırım manyaklığımız. İşte New York'u görünce o ilk şoktan sonra içinize çektiğiniz oksijen beyninize ulaştığında bunları düşünüyorsunuz. Lanet olası açgözlülüğümüz..

Bisiklet New Yorkluların hayatında var amam pek yok. Diyeceksiniz ki Central Parkteki  sürüsüne bereket o bisikletlileri hiç mi görmedin. Azizim yapsınlar Kütahya'nın ortasına o büyüklükteki bir orman bakalım bizde de oluyor mu! Medeniyetin merkezindeki o Central Park sizi çağırıyor. Öğlen arası, akşam iş  sonrası ve hafta sonları.. Binlerce insan amaçsızca dolanıyor parkta. Elllerinde kahveleri, kulaklarında müzik sesleri eşliğinde turluyorlar. O çimlere uzandığınızda aklınıza ilk gelen şu oluyor. "Oha lan, Kadıköy Şükrü Saraçoğlu bile onca paraya bile bu kadar güzel çim yetiştirilmiyor. Nasıl beceriyorlar bunu. Bizim klübün yöneticilerinin kulakları cınlatalım buradan. işi bilmiyorsanız gidin Central Park Park ve Bahçeler Müdürlüğüne uğrayın(Böyle bir yer var mı onu da bilmiyorum), bir sorun."

Evet laf Cenral Park'dan açıldı, oradan devam edelim. Aklınıza şu gelsin: Burada her şey insan eliyle yapılmış. Sadece bir kaç büyük dev yarasa kayayı yerinden çıkaramamış  beyefendiler. Gerisi tamamen yapay. Bir, iki ve üç yüzyıllık ağaçlar var içeride. Sincaplar siz yürürken sağınızdan solunuzdan geçerlerse şaşırmayın sakın. ayrıca kazlar ve ördekler gölü mesken tutmuşlar. Onlar için üzerinde güneşlenebilsinler diye gölün ortasına kadar betondan iskele yapılmış. Nezakete bak sen..

Eğer bisiklet delisi birisi olsaydınız ve sizi oraya ışınlayabilseydim sanırım çıldırırdınız. Kaç stad büyüklüğünde bilmiyorum, siyasetçi de değilim, bu büyük dikdörtgenin kısa kenarını bir uncanda diğer ucuna yürümek bile iflahınızı keser. Londraya gitrmedim ama Hyde Park'dan esinlenmiş olmaları kuvvetle muhtemel. İngiliz kanı bu ya, daha iyisini yapmış. Ve bildiğiniz gibi Amerikalılar her şeyin en küçüğü ile en büyüğünü yapmakla övünürler her zaman. Haklı adamlar, vesselam.

Orda dolaşırken bir küçüdük bir insanın sığabileceği kadar kulubenin içinde bir bayana bir şeyler sorduk. Elinden geldiğince bize yardımcı olmaya çalıştı. Hiç bir kurumla bir bağı yok bu handendinin, o bir gönüllü. Hafta sonlarını bu park da birilerine yardımcı olmak için geçitiyor ve bundan haz duyuyor. Ben binalara bakarak değil bu tip insanlarla tanıştığımda ne kadar geri olduğumuzu anlıyorum. Maalesef ufak zihinlerin, uzak yollar katedebildiği bir ülkeyiz biz.

Fıskıye şeklinde çeşmeler göreceksiniz. Sağlam dökümden yapılmış çeşmeler bunlar. Bizdeki çeşme kültürü onlarda farklı.(Biliyorsunuz Türk-İslam kültüründe sürekli akan su mübahtır.)  Su için deli gibi para vermeyin. Alın bir şise su, bittikçe bu parkın bahçelerinden şisenizi doldurun. Ne diye oralarda paranızı heba edeceksiniz. Su temiz, içilebilir. Ve ayrıca haftanın bir günü bu parkın kenarında yer alan caddede köy pazarı var. marketlerden daha ucuza köy ekmeği, doğal meyve gibi şeyler alabilirsiniz. Sözde New York elma cenneti. Iphone fenomeni yataran jobs kitabında bahseder o elma bahçelerinden. Elmanın tanesi 1$ sevgili kardeşlerim. Meyve tane tane satılıyor ve fiyatlar uçmuş. Marketlerde kutu kutu neden vitamin hapları satıyorlar sanıyorsunuz. Millet doya doya meyve yiyemiyor. Fakirlerin şişman olmasının tek sebebi bu. Fakir  Amerikalılar fastfoood, aburcur tüketir, zengin Amerikalılar ise meyve. Bu da onların utancı olsun. Siyahilere neler yaptıklarını burada anlatmayacağım. Tuvaletlerini, lavabolarını dahi ayıracak kadar azmışlardı bir dönem. Hiç unutmam, bir romanda bir WC binasında siyahilerin tuvaleti için bir levha koymuşlar. Levha hemen yakındaki dere kenarını işaret ediyordu. Stephen King amcam yine der ki Amerika'da insan hayatı çok değerlidir fakat bir Cadillac kadar değeriniz yoktur.

Manhattan 5. Cadde civarı

Flat iron (Şu Örümcek Adam'ın tırmandığı bina)

Borsa Binası 
























-Devamı gelecek inşallah-





Dipnot1: İmla hatları heyecanım yüzünden, bağışlayın. Bir an önce zihnimdekini aktarmak istememden kaynaklı hatalarım. Bilirim ki harfler cümle içlerinde binanın tuğlaları gibidir. Yerine konulmayan tuğla boşlukları duvarda  nasıl sırıtırsa yanlış yazılan/atlanan her harf de metinde o ucubeliği yaratır. Söz, düzeltilecektir.

Dipnot2: Burada okuduklarınızdan şu yoruma ulaşmak hatanız olur: Lan yine Batı aşığı kompleksli bir densize denk geldik, işi gücü ülkesini aşağılamak, aşağılamak, aşağılamak...
Yok hayır, o zaman burada durun derim. Amacım daha iyisini yapabilmek için veya nasıl yapıldığını anlayabilmek için gerçeğin fotoğrafını çekmek. Son üç asırdır yaşadığımız bütün acıların sebebi realizmin kanunlarını çiğnediğimiz için.